İlk önce kendimi affettim. Barıştım tüm benliğimle. İyimle, kötümle, güzelimle, çirkinimle, güçlülüğümle, zayıflığımla, zaaflarımla, ışığımla.
Sonra içimdeki çocuk geldi ve elimi tuttu. O bana güvendi, ben ona. Birlikte "Bütün" olarak bir yolculuğa başladık. Hayatta kaldığımız yerden devam.
İçimi aydınlatan ışık beni doldurdu. Ben ışıldamaya başladım. Kendi ışığımla yürümeye başladım, her yer aydınlık.
Dışarıya baktım yeniden. Bu sefer doğru görebiliyordum. İşittiklerim batmıyordu. Sonra geçmişten hayaletler çıktı ve geldiler yanıma. Bu sefer korkmadım. Hafif bir çekinme ile ürkeklik hissettim içimde sadece. Onlar rutinlerini gerçekleştiriyorlardı. Özel saatleri vardı ve zaman gelince ortaya çıkarlardı, dururlardı öyle önümde.
Ben onları görünce ya kaçardım eskiden ya da savaşırdım. Yine ve hep kaybedeceğimi bilerek. Yere düştüğümde kalkıp kaçardım ve onlar tekrar ortaya çıkacakları zamana kadar kutularına geri dönerlerdi. Kutuları da, bana ait, süslediğim, en güzel yerimde sakladığım kutu tabii.
Bu sefer ben, ne kaçtım ne savaştım. Önce baktım onlara, sonra bana söylediklerini ilk kez duydum. Ve anladım.
Şekilleri mi değişmişti. Aaa, evet. Çok karanlık değillerdi. Benden gelen ışık onları da aydınlatıyordu.
Sonra ilk adımı attım. Konuşmaya başladık. Onlar bana ilk kez dertlerini anlatabilmenin rahatlığı ile konuşuyorlardı. Her işittiğim sözcükle birlikte içimde bir şeyler kıpırdadı. En karanlık noktalar bile kapılarını açtı. Hayaletler de değişmeye başladılar. Devasa boyutları yavaş yavaş küçülüyordu. Asla seçilemeyen silüetleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Ben rahatladım, onlar rahatladı. İçimdeki his artık ürkme ya da çekinme değildi. Tamamen anlamış olmanın hissiydi. Ben onları anladığımda birden yüzlerini ortaya çıktı.
İnanılır gibi değildi. Yerdeniz Büyücüsü kitabında, hayatı boyunca gölgeden kaçıp, cesaretini toplayıp onunla yüzleşince tamamen kendisi olduğunu anlayan Ged ne hissetti ise, işte ben de tam onu hissediyordum.
Sonra tüm gölgelerime sarıldım. Kokularını içime çektim. Aslında onların daha çok korktuklarını anladım. Ondan bu kılıklara bürünmüşlerdi. Teşekkür ettim onlara, kendime. Görevlerini tamamladıkları için rahatlamış, ayrıldılar yanımdan.
Gittim, buldum kutumu, içine baktım. Başka insanlar ile ilişkilerimin gölgeleri de duruyorlardı içinde.
Benim geldiğimi anlayınca, artık zamanı geldi diye çıktılar onlar da, üzerleri toz kaplamış.
Bir bir oturup dinledim onları da ve anladım ilk kez.
Sonunda onları da yolcu ettim. Keyifle. Özürümü dilemenin iç ferahlığı ile.
Ve evet, canımı yakmış, beni acıtmış kişileri de o an anladım. Artık niye böyle davrandılar demiyorum. Kendimle ve ilişkilerimde olan tüm sorumluluğu alıyorum üstüme. Ben nasıl davranabilirim onu tartıyorum.
Kutuyu da attım... Onun yerinde saf sevgi var. Işıldıyor.
Hatamizi kabul edip özür dileyip kirginliklarimizi küslüklerimizide affettim diyebilsek yasmimiz kin , nefret diye birsey kalazdi. böyle güzel yazilari bizimle paylastiginiz icin tesekkür ederim ellerinize ve yüreginize saglik. teskkürler.
Birçoğumuz belkide hepimiz şu yada bu sebeble birilerini kırmamış, birileri tarafından kırılmamış olalım Çoğu zaman, Kızdık,öfkelendik, darıldık, küstük, nefret ettik.ama sonunda affettik önce kendimizle barıştık sonra ailemizle sonrada çevremizle.Tabi yazdıklarımın hepsi geçmişte kaldı o zamanlar güneş daha sıcaktı insanlardan güneşten aldığı bu sıcaklığı çevresine verirdi Hani derlerya büyüklerimiz Eski bayramlar çok farkı ,çok güzeldi Peki ne oldu da değişti herşey Tamam dünya değişti ama Bizler neden değiştik zamana ayak uyduralım derken kişiliğimizden geleneklerimizden uzaklaştık Belkide bize dedelerimizin Anne annelerimizin anlatığı güzlellikleri doğrulukları iyi olmayı Önce kendinle barışık olacaksın ki çevrene faydan olsun Maalesef bizler bu gün gül bahçessi yapmak yerine Dikenli tozlu yollar yaptık iyi olanın değil ,kötü olanın peşinden koştuk Toplum olarak çıkar hesaplarının ve maddiyatınn esiri olduk Huzuru sevgide hoşgörüde değil uzaklarda tozlu ve karanlık gecelerde aradık
-Bir zamanlar en iyi dostun olan kişiyi kırdığımızda ya da kırıldığımız için kaybettiysek, sırf gururun yüzünden affetmeye ya da af dilemeye yanaşmadık.O eli hep karşımıdan bekledik Sıcak bir el uzandığında da saf ve masum ca karşılık vernmedik.
Hangimiz geçmişini tekrar ederek yaşıyor Yada bu duyguyu içimizde hissediyoruz? -İncitilme ve reddedilme korkusuyla yeni arkadaşlıklar kurmaktan çekiniyoruz.İnsanları bize yada bizim insanlara yaklaşımları önlemek için etrafımıza koruma duvarları ördüğümüzü ama duvarların arkasına kendimiza hapsettiğimizi fark edemiyoruz .İşte bu duvar tüm enerjimizi çalıyor bırakın karşımızdakini kendimizi dahi sevmemizi engelliyor Oysa Affetmek ve kendimizle barışık olma duygularını içimizde taşıyabilsek,Dünyamız ve çevremiz Güneşi daha iyi görecek
Affetmek, affettiğimiz kişilerin davranışlarını onaylamak değildir.
Yapılanlar kötüydü. Acıttı. Hayatımızı etkiledi. Aslında gerçek affediş tam aksine, olanı yadsıdığımız, minimize ettiğimiz, karşımızdakini haklı çıkardığımız ya da bize zarar veren davranışı hoş gördüğümüz durumda gerçekleşemez.
Kısaca affetmek ve bu hayatla barışık olmak
Ve affetmek, başkası için değil, kendimiz için beynimizden yüreğimize yaptığımız yolculuk.ve bu yolculuğu geriden gelenlere bırakacağımız miras olmalıdır.