İnsan etten, kemikten ibarettir. Çabuk dağılabilir bir yapıdadır. Mayasında âcizlik, fakirlik vardır. Kudreti nihâyetsiz, rahmeti hadsiz, sonsuz gani ve samed olan Cenâb-ı Hakk'a her hâlinde, her anında, her arzusunda muhtaçtır. Böyle olduğu halde, insandaki rububiyet damarı ile kendisini yaratan Kadir-i Zülcelal'a itaat yerine isyan etmektedir. Neticesinde kaybedeceğini bile bile baş kaldırmaktadır. Zira Allah Kur'ân-ı Kerim'de buyurmaktadır: Allah ile pençeleşen kaybeder. İşte insanı böyle bir halden kurtaran, kendinin âciz ve fakir bir varlık olan insan olduğunu hatırlatan, "Sen benim merhametli Rabbimsin, ben ise senin âciz bir kulunum" dedirten, hemcinsleri olan diğer insanlara şefkate mükellef olduğunu bildirien oruçtur. Hasılı, insan oruçla insandır. Aksi takdirde insan ismine lâyık mıdır?
Bir kısım var ki, sanki müslüman değil, Ramazan hiç kendisine uğramaz. Oruçtan nasibini almaz. İnsanlığının farkına varmaz. Yemek, içmek ve yatmak gibi hayvanî ihtiyaçlarının peşinde koşar, koca bir ömür, Allah etmesin, hayvan gibi başıboş geçer. Sonra gelir, musalla taşına konur.
Allah, herkese ve bize insanlığımızı unutturmasın.
Sünnetlerin farz kıymetinde olduğu şu Ramazan-ı Şeriften hissemizi ziyade eylesin. Âmîn.
Oruç vasıtasıyla mü'minler muntazam bir ordu vaziyetini alırlar. Sultanın ziyafetinde buyurun emrini bekleyen misafirler gibi, iftara yakın buyurun emrini bekliyorlar. Allah kabul etsin.